Türkiye’nin NATO üyesi olmasının üzerinden 70 yıldan fazla zaman geçti. O dönemki Türk siyasi liderleri, NATO üyeliğini ülkenin Batılılaşma sürecinde önemli bir adım olarak gördüler. Bu üyelik, Türkiye’ye gelişmiş ABD askeri teçhizatına erişim sağlamakla kalmadı, aynı zamanda daha önce kullanılan Prusya askeri doktrininden Batılı bir doktrine geçişi de simgeledi.
Soğuk Savaş boyunca, Türkiye’nin NATO üyeliği, güçlü askeri yetenekleri ve stratejik olarak avantajlı jeopolitik konumu sayesinde sorgulanmadan kabul edildi. Türkiye, özellikle ABD’ye büyük fayda sağlayarak NATO’ya önemli katkılarda bulundu. Ancak son dönemde, Türkiye’nin ittifaka olan bağlılığı, görünüşte mantıksız sebeplerle sorgulanmaya başlandı. Türkiye’yi ittifaktan çıkmaya zorlamak için yaptırım çağrıları bile ortaya çıktı.
Ne yazık ki, Türkiye’yi değerli bir müttefik yapan özellikler göz ardı ediliyor. Türkiye, diğer müttefiklerinden farklı bir politika izleyerek, ittifaka getirdiği faydaları en üst düzeye çıkarma potansiyeline sahip. Ancak tartışmalar ve eleştiriler, aslında NATO’nun genel gücünü ve etkinliğini artırabilecek farklı politikaları içeren bu benzersiz katkıları göz ardı ediyor.
Avro-Atlantik Dünyası Dışında Yükselen Bir Yumuşak Güç Olarak Türkiye
Soğuk Savaş’ın sona ermesi, Türkiye için özellikle eski Sovyet Türk cumhuriyetlerine liberalizasyon ve demokratikleşme yolunda rehberlik etme açısından yeni fırsatlar sundu. Avro-Amerikan aktörler, eski Doğu Bloku ülkelerine nüfuz etme konusunda yaygın anti-Batıcı duygular nedeniyle zorluk yaşarken, Türkiye’nin yükselen yumuşak gücü, Batılı müttefiklerin Demir Perde’nin ötesine geçmesine olanak sağladı.
Türkiye’nin diplomatik etkisi sınırlarını aşarak onu ABD için bölgesel ve küresel zorluklarla mücadelede hayati bir müttefik haline getiriyor. Orta Doğu’daki çatışmalarda arabuluculuk yapmaktan diplomatik girişimlere kadar geniş bir yelpazede faaliyet gösteren Türkiye, küresel sahnede istikrarı teşvik ederek ve diyaloğu destekleyerek Amerikan çıkarlarını güçlendiriyor.
Türkiye’nin Orta Asya’daki takdire şayan girişimleri sayesinde, birçok Amerikalı politika yapıcı Türkiye’yi Orta Doğu ülkeleri için bir demokrasi ışığı olarak nitelendirdi. Arap Baharı sırasında birçok yeni rejim, ilham almak için Türkiye’nin başarılı bir Müslüman demokrasi modeli olarak gösterdiği örneğe yöneldi.
Son yıllarda Türkiye, yalnızca insani yardım faaliyetleriyle değil, aynı zamanda bölge ülkelerinin terörle mücadele kapasitesini güçlendirerek Afrika’daki etkisini genişletti. Bu “Afrika için yarış” süreci, Türkiye’nin yumuşak gücünü artırarak Çin’in bölgedeki hakimiyetine karşı bir denge unsuru sunmakta. Özellikle, Amerika ve Fransa’nın Afrika’da Çin ve Rusya’nın etkisini sınırlama çabaları, sömürgecilik mirasının Afrika toplumlarında hâlâ hissedilmesi nedeniyle sekteye uğruyor. Araştırmalar, Afrikalıların Türkiye’ye olumlu baktığını ve bunun temel nedeninin, Türkiye’nin bölgede uzun yıllardır sürdürdüğü insani ve direnç odaklı yatırımlar olduğunu göstermekte.
Benzer şekilde, Türkiye’nin Kuzey Makedonya, Bosna-Hersek ve Arnavutluk’taki etkisi, Avrupa topraklarında dini köktenciliğin yükselmesini engellemede önemli bir rol oynadı. Aynı zamanda, Türkiye’nin Sırbistan ile geliştirdiği yapıcı ilişkiler, özellikle Bosna-Hersek’te olmak üzere Balkanlardaki istikrara önemli katkılar sağlıyor.
Türk Ordusunun NATO’yu Güçlendirmedeki Etkisi
Türk Silahlı Kuvvetleri, yalnızca büyüklüğü açısından değil, aynı zamanda benzersiz muharebe tecrübesiyle de NATO’nun ikinci en büyük ordusu olarak kabul edilmektedir. Bu uzmanlık, teknolojik gelişmeleri bütünleştiren yenilikçi askeri taktiklerinde açıkça görülmektedir. Özellikle Türkiye’nin kentsel savaş konusundaki yetkinliği, Kuzey Suriye’de ve yurt içinde sivillerin zarar görmesini en aza indirme çabalarıyla kendini göstermiş olup, müttefik ve ortak ülkelerin eğitimine önemli katkılar sağlamaktadır.
Ayrıca, Türkiye’nin İdlib Harekâtı sırasında insansız hava araçlarını (İHA) etkin bir şekilde kullanmasından elde edilen tecrübeler, Ukrayna gibi ülkeler için yol gösterici olmuştur. Türkiye’nin bu alandaki bilgi birikimi, Ukrayna’nın Rus güçlerine karşı İHA’ları etkili bir şekilde kullanmasına yardımcı olmuştur.
Türkiye’nin güçlü askeri-endüstriyel kompleksi, yalnızca kendi modernizasyon çabalarını desteklemekle kalmayarak, aynı zamanda müttefik ülkelerin savunma yeteneklerini geliştirmelerine de katkıda bulunmaktadır. Özellikle, Türkiye ve ABD arasındaki iş birliği, terörle mücadele kapsamında kritik bir rol oynamış, özellikle DEAŞ gibi örgütlere karşı ortak askeri operasyonlar ve istihbarat paylaşımı yoluyla bölgesel istikrarı güçlendirmiştir.
Jeopolitik olarak, Türkiye’nin stratejik konumu, ABD’nin Orta Doğu ve Karadeniz’deki çıkarlarını koruması ve İsrail’in güvenliğini sağlaması açısından büyük önem taşımaktadır. Türkiye’ye yakın konumda bulunan ABD askeri tesisleri, bölgedeki operasyonel esneklik açısından ABD’ye önemli avantajlar sunmaktadır. Örneğin, Kürecik Radar Üssü, Rusya ve İran’dan gelebilecek potansiyel tehditlere karşı kritik bir savunma kapasitesi sağlamaktadır.
NATO’nun Karadeniz stratejisi bağlamında, Montrö Boğazlar Sözleşmesi, yalnızca Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerin bölgede deniz gücü bulundurmasına olanak tanımaktadır. Dolayısıyla, Türkiye, NATO’nun Karadeniz’de deniz üstünlüğü kurma potansiyeline sahip tek üyesi olarak öne çıkmaktadır.
Haksız Eleştirilere Meydan Okuyan Türkiye İmajı
Türkiye’nin NATO üyeliğine karşı çıkan eleştirmenler, genellikle mevcut Türkiye karşıtı duygularından faydalanmaktadır. Birçok kişi, Türkiye’nin dış politikasının Amerika Birleşik Devletleri’nden sapmasından endişe duyduğunu ifade etse de Birleşik Krallık, Almanya, Fransa ve İtalya gibi ülkelerin de ulusal çıkarlarına paralel olarak farklı dış politikalar izlediğini unutmamak gerekir. Türkiye’nin benzersiz rolü ve dış politika duruşu, Batılı müttefiklere Amerika Birleşik Devletleri’nin hayati çıkarlarıyla çelişmeden Türkiye aracılığıyla bölgeyle etkileşim kurma imkânı sunmaktadır.
Türkiye’nin Rus yapımı S-400 füzelerini alması, F-35 projesine katılımını riske atması, Aster Hava Savunma Füze Sistemi gibi alternatifler varken yanlış bir adım olarak görülebilir. Ancak bu karar, önemli olmasına rağmen, Avro-Atlantik güvenliğini geri dönüşsüz bir şekilde tehlikeye atmamaktadır. Diğer ABD müttefikleri, benzer tepkilerle karşılaşmadan Rus malzemelerini savunma sistemlerine entegre etmiştir.
ABD’nin Suriye’deki müttefik seçimi, özellikle Türkiye’nin güvenliği için tehdit olarak görülen PKK (SDF) gibi gruplara verdiği destek, tartışmalı bir konu olmaya devam etmektedir. IŞİD’le mücadele etmek elbette önemli olsa da Türkiye’nin istikrarını tehdit edebilecek gruplara destek verilmesi, Türk vatandaşları tarafından şüpheyle karşılanmaktadır. Türkiye’nin endişeleri, PKK (SDF) tarafından kontrol edilen Kuzey Suriye’nin, kendi topraklarına yönelik saldırılar için bir üs haline gelme potansiyelinden kaynaklanmaktadır.
Erdoğan’ın siyasi yolculuğunu değerlendirdiğimizde, onun katı bir İslamcı veya aşırı sağcı bir figürden çok, Makyavelist bir siyasetçi gibi hareket eden bir lider olduğu görülmektedir. Bu bağlamda, etkisi, Geert Wilders veya Viktor Orban gibi köklü aşırı sağcı liderlerden daha fazla endişe verici değildir.
Bazı çıkar gruplarının, Erdoğan’ın algılanan eksikliklerini, ABD kamuoyunu ve politika yapıcılarını manipüle etmek için kullandığı açıktır. Türk-Amerikan ilişkileri, çeşitli politik değişimler nedeniyle zamanla gerilimler yaşasa da stratejik ortaklık dayanıklılığını korumaktadır. Nihayetinde, Erdoğan gibi liderler gelip geçebilir, ancak Türkiye ile ABD arasındaki kalıcı ilişki hayati öneme sahiptir. Dış lobilerin geçici endişeleri yerine uzun vadeli stratejik çıkarları önceliklendirmek, akıllıca bir yaklaşımdır.