Connect with us

Hi, what are you looking for?

HariciyeHariciye

Köşe Yazıları

B. Sarper Bayramoğlu yazdı: “Avrupa Birliği’nin (AB) Türkistan Stratejisi: Jeopolitik Rekabetin Gölgesinde Bir Normatif Güç Arayışı”

Son on yıl, Soğuk Savaş’ın ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından bağımsızlıklarını kazanan Türkistan ülkelerinin Avrasya jeopolitiğindeki öneminin giderek artmasına tanık oldu. Zengin enerji kaynakları, Asya ile Avrupa arasındaki stratejik konumları ve 18. yüzyıldan bu yana büyük güçler arasındaki nüfuz mücadelelerine açık yapıları sayesinde bölge, 21. Yüzyılda da büyük rekabet alanlarından biri hâline geldi. Çin’in “Kuşak ve Yol Girişimi”, Rusya’nın tarihsel nüfuzunu yeniden inşa etme çabaları ve ABD’nin bölgeden çekilmesine rağmen süregelen güvenlik ilgisi, bölgedeki çok kutuplu denklemde öne çıkmakta. Bu çerçevede, Avrupa Birliği’nin Türkistan’a yönelik politikaları da gerek bölge ülkeleriyle ikili ilişkiler gerekse küresel rekabet açısından yeniden değerlendirmeye değer bir alan sunuyor.

Avrupa Birliği, uzun süre bölgeye mesafeli ve düşük profilli bir yaklaşım benimsemiş olsa da 2007 yılında kabul ettiği “AB-Orta Asya Stratejisi” ile kurumsal bir çerçeve ortaya koydu. Bu strateji, 2019’da güncellenerek daha esnek, kapsayıcı ve pragmatik bir yön kazandı. “Dayanıklı, müreffeh ve bağlantılı” bir Türkistan vizyonu çerçevesinde hazırlanan bu politika belgeleri, AB’nin bölgeye yönelik normatif gündemini ekonomik iş birliği ve enerji güvenliği gibi çıkar temelli başlıklarla dengelemeye çalıştığını gösterdi.

Bir diğer deyişle, perşembenin gelişi çarşambadan belliydi. Türkiye’de infial uyandıran, Türkistan devletlerinin Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni adanın tek meşru gücü olarak tanımayı kabul eden hamlesi aniden ortaya çıkmadı. Bugüne gelen yolun taşları 2007’den beri döşeniyordu.

Avrupa Birliği’nin Türkistan Politikasının Evrimi

Avrupa Birliği’nin Türkistan’a yönelik stratejik yaklaşımının iskeleti, 2007 yılında kabul edilen “AB-Orta Asya için Ortaklık ve İşbirliği Stratejisi” ile ortaya konuldu. 16 yıl boyunca bölge ile ilgili politika üretemeyen AB, bu stratejiyle Türkistan ülkeleriyle olan ilişkilerini yapılandırarak bütüncül bir çerçevede yürütmeyi hedefledi. Siyasi diyalogun geliştirilmesi, enerji güvenliği, kalkınma yardımları, insan hakları, eğitim ve hukukun üstünlüğü gibi tematik alanlarda iş birliği öngören bu belge, AB’nin dış politika vizyonunun normatif güce dayalı yaklaşımının tipik bir örneğiydi.

Ancak 2007 stratejisi, uygulamada sınırlı kaldı. Bölgedeki siyasi rejimlerin otoriter niteliği, reformlara karşı isteksizlikleri ve AB’nin bölgeye yönelik ilgi eksikliği gibi etkenler, somut sonuçların alınmasını zorlaştırdı. Bu süreçte Çin’in altyapı yatırımları ve Rusya’nın güvenlik odaklı nüfuz araçları ile kıyaslandığında, AB’nin normatif yaklaşımı daha az cazip ve etkili görünmeye başlandı.

2019 yılında ilan edilen yeni strateji, bu sınırların farkında olan ve daha esnek bir anlayışı yansıtan bir çerçeve sundu. “Güçlü, dirençli, müreffeh ve bağlantılı bir Orta Asya” hedefiyle yayınlanan belge, AB’nin bölgedeki faaliyetlerinde sürdürülebilir kalkınma, yeşil dönüşüm, dijitalleşme ve bölgesel iş birliğine daha fazla vurgu yaparak normatif gündem ile çıkar temelli diplomasi arasında bir denge kurmayı amaçladı. Bu dönemde AB, Kazakistan ve Özbekistan gibi ülkelerle yüksek düzeyli siyasi diyalog mekanizmaları geliştirdi. Özellikle Özbekistan’da 2016’dan bu yana devam eden kısmi reform süreciyle daha yakın iş birliği fırsatları doğdu.

2019 sonrası dönemde AB’nin yaklaşımında iki temel eğilim dikkat çekmekte: İlki, çok taraflılığı ve bölgesel iş birliğini teşvik eden bir koordinasyon arayışı. İkincisi ise, Çin’in artan etkisine karşı bölge ülkelerine alternatif modeller sunma çabası. Ancak AB’nin bu çabaları, halen sınırlı kaynaklar, kurumsal bölünmeler ve yerel rejimlerle kurulan ilişkilerdeki hassas dengeler nedeniyle tam anlamıyla stratejik bir derinliğe ulaşamadı.

Ne Veriliyor Ne Alınıyor?

Türkistan, özellikle Kazakistan ve Türkmenistan gibi ülkeler üzerinden, 2022’de Ukrayna Savaşı başladığından beri enerji sıkıntısı yaşayan Avrupa’nın enerji güvenliğine katkı sunabilecek potansiyele sahip. Hazar Denizi’ni aşan enerji projeleri ve TANAP ve TAP gibi projeleri birleştiren Güney Gaz Koridoru gibi girişimlerde AB, bölgedeki enerji kaynaklarının Rusya dışındaki güzergâhlardan taşınmasını stratejik bir öncelik olarak değerlendiriyor. Buna paralel olarak AB, ulaştırma altyapısına yönelik “Global Gateway” gibi projeler aracılığıyla Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ne karşı alternatifler geliştirme çabasında. Ancak bu girişimler henüz Çin’in sunduğu finansal ölçek ve hızla rekabet edebilecek düzeye ulaşamadı. TRACECA (Avrupa-Kafkasya-Asya Ulaştırma Koridoru) gibi daha önce başlatılmış projeler de zamanla etkisini yitirdi.

AB, Türkistan’ın önde gelen ticaret ortaklarından biri konumunda. Kazakistan ile 2020 yılında yürürlüğe giren Genişletilmiş Ortaklık ve İşbirliği Anlaşması (EPCA), bu alandaki en ileri düzeyli çerçeveyi oluşturuyor. Özbekistan ile benzer bir anlaşmanın müzakere süreci ise devam ediyor. Ticaret politikalarında AB, sürdürülebilirlik, yeşil dönüşüm ve insan hakları gibi kriterleri de dikkate alan “değer temelli” yaklaşımlar sergilemekte. Ancak bölge ülkelerinin bu tür standartlara uyum kapasitesi sınırlı olduğundan, uygulamada esneklikler ve gecikmeler yaşanıyor. Ayrıca AB şirketlerinin bölgedeki doğrudan yatırımları, Rusya ve Çin şirketleriyle kıyaslandığında daha temkinli ve sınırlı kalmakta.

AB’nin en güçlü yönlerinden biri, bölge ülkeleriyle eğitim, kültürel değişim ve kurumsal kapasite geliştirme alanlarında yürüttüğü yumuşak güç politikalarıdır. Bu sebeple de yıllardır sürdürülen öğrenci değişimi programları, araştırma iş birlikleri ve üniversiteler arası ağlar mevcut. Bu programların özellikle genç kuşak üzerinde etkisi kayda değer. Yine de insan hakları, ifade özgürlüğü ve hukukun üstünlüğü gibi alanlardaki normatif çabalar çoğu zaman yerel yönetimlerin isteksizliği ve siyasi baskı ortamı nedeniyle sınırlı kalıyor. AB, bu alanlarda daha çok sivil toplum destekleri, kapasite geliştirme hibeleri gibi dolaylı araçlarla nüfuz oluşturmaya çalışıyor. Ancak bölge ülkelerinde Batı karşıtı söylemlerin artması, bu çabaların meşruiyetini zayıflatabiliyor.

Ortaklıkların nedeni yalnızca enerji ve ticaret de değil. AB, Türkistan’daki güvenlik tehditlerini daha çok “ulusötesi tehditler” perspektifiyle ele alıyor: ABD’nin Afganistan’dan ani çekilişi ve iktidarın ülkede el değiştirmesi, radikalleşme, organize suç, göç hareketleri ve sınır güvenliği konusunda önemli tehditler yaratıyor. Bu gelişmeler, özellikle Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan gibi komşu ülkeler açısından bölgesel istikrarın kırılganlığını artırıyor. AB, bu bağlamda teknik destek, sınır yönetimi eğitimi ve insani yardım gibi araçlarla katkı sunuyor. Ancak bölgedeki güvenlik alanı, Rusya’nın ve Çin’in daha doğrudan ve askeri nitelikli angajmanlarıyla şekillendiğinden, AB’nin katkısının gözle görülür bir fark yarattığını iddia etmek güç.

Tabi güç olan yalnızca bu değil. Avrupa Birliği’nin Türkistan’a yönelik politikaları, genel itibariyle dengeli ve çok boyutlu bir çerçeve sunsa da sahadaki etkisi çoğu zaman potansiyelin gerisinde kalıyor. Bunun nedenleri ise AB’nin nüfuzunu bölgede sınırlandıran etkenlerde yatıyor.

Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi üzerinden sunduğu büyük ölçekli altyapı yatırımları, bölge ülkeleri için hızlı, görünür ve koşulsuz bir kalkınma modeli sunuyor. Rusya ise tarihsel, dilsel ve güvenlik temelli bağlarla bölge ülkelerinde hâlen güçlü bir nüfuza sahip. AB’nin sunduğu normatif reformlara dayalı, uzun vadeli ve bürokratik işleyişe sahip projeler, bu iki aktörle kıyaslandığında daha az cazip ve etkili görünüyor. Çin ve Rusya’nın aksine, AB projeleri karmaşık prosedürlere ve uzun onay süreçlerine tabi durumda. Ayrıca AB’nin göç, ekonomik kriz ve Ukrayna Savaşı gibi iç sorunlara odaklandığı bir dönemde, Türkistan gibi çevresel bölgelerde etkin politika üretme kapasitesi daha da zayıflıyor.

Diğer yandan Türkistan’daki çoğu rejim otoriter karakterde ve dış müdahaleye karşı oldukça temkinli yaklaşıyor. AB’nin demokratikleşme, insan hakları ve yönetişim konularında sunduğu öneriler, bu rejimler tarafından genellikle iç işlerine karışma olarak algılanıyor ve direnişle karşılaşıyor. Tam da bu nedenle AB, özellikle 2019 sonrası dönemde, daha “pragmatik bir normatiflik” anlayışına yöneldi ve diyalogu kesmeden sınırlı ilerlemeleri teşvik etmeyi tercih etti. Görüldüğü üzere de bu yaklaşımının meyvelerini almaya başladı.

Viran Mı Olduk?

Tüm bu bağlamda Türkistan devletlerinin, KKTC’dense GKRY’yi tercih etmesi şaşırtıcı değil. Türkiye’nin Türkistan açılımı, 27 Ocak 1992 yılında dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın girişimleriyle kutulan TİKA ile başladı. Ancak Turgut Özal’ın zamansız ölümü ile yarım kalan bu girişimler ancak Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde yeniden başladı. Aradan geçen yaklaşık 20 yıl ilişkiler atıl kaldı. Dolayısıyla Türkiye’nin, AB gibi pek çok ülkenin ortak yatırımlarıyla mücadele edebilme imkânı olmadı.

Diğer yandan reelpolitik duygusallığa yer vermez. Bugün Türkistan devletleri bir yanlarında Rusya diğer yanlarında ise Çin ile karşı karşıyalar. Bugünlük araları iyi görünse de daha Ukrayna Savaşı başlayalı birkaç gün olmuşken Rusya Güvenlik Konseyi Başkanı Vladimir Medvedev’in, Kazakistan’ın kuzeyindeki Rusları da “kurtaracakları” günün geleceğini söyleyerek tehdit etmesi, bu ülkelerin müttefiklerini çeşitlendirmeyi istemelerini makul kılar. Nitekim Türk Devletleri Teşkilatı’nın gelecek toplantısının KKTC’de yapılması kararı tam anlamıyla bir züğürt tesellidir ve Türkiye’deki kırgınlığa karşı atılmış bir yumuşak güç hamlesinden ibarettir.

Ancak Türkiye’nin bu devletlerle olan ilişkisini ve üstlenebileceği olası rolleri göz ardı etmek doğru olmaz. Bugün halen Türkiye’nin bu devletlerdeki yumuşak gücü çok büyüktür. Central Asian Barometer’in 2022 yılında yaptığı bir ankette Türkiye’nin dost görülme oranı Kazakistan’da %85, Özbekistan’da %75, Kırgızistan’da %89 ve Türkmenistan’da %92’dir. Sadece bu oranlar bile Türkiye’nin yumuşak gücünün büyüklüğünü öne sermektedir.

Bu noktada Türkiye hem tarihsel bağları hem de bölgeyle kurduğu çok yönlü ilişkiler sayesinde önemli bir dengeleyici ve kolaylaştırıcı aktör olarak öne çıkıyor. Türk Devletleri Teşkilatı üzerinden kurumsallaşan iş birlikleri, Türkiye’nin Türkistan’daki görünürlüğünü artırırken, AB ile olası ortak girişimler için de uygun bir zemin hazırlıyor.

Diğer yandan Türkiye ve AB’nin Türkistan’da etkili ve tamamlayıcı bir iş birliği kurabilmesi için karşılıklı siyasi irade kadar stratejik uyum da gerekli. Türkiye’nin Batı ile ilişkilerindeki dalgalanmalar, bu potansiyeli zaman zaman sekteye uğratmakta. Ancak ortak bölgesel çıkarlar üzerinden geliştirilecek teknik projeler, bu tür siyasi dalgalanmalardan daha az etkilenebilir. Bu bağlamda, Türkiye’nin AB ülkeleriyle ilişkilerinden bağımsız olarak, Türkistan gibi üçüncü bölgelerde fonksiyonel iş birliği modelleri geliştirmesi, hem kendi dış politika açılımlarını güçlendirebilir hem de AB nezdindeki stratejik değerini artırabilir. İlk aşama olaraksa Türkiye’nin bölgeyle daha rahat ilişki kurabilen sivil toplum örgütleri ve meslek birlikleri, AB’nin bölgedeki normatif gündeminin daha “yerli” araçlarla ilerletilmesini kolaylaştırabilir. Böylelikle Batı için Türkiye bir medya işlevi görebilir.

Sonuç

Avrupa Birliği’nin (AB) Türkistan politikası, küresel güç dengelerinin yeniden şekillendiği bir dönemde normatif ilkeler ile jeopolitik gerçeklik arasında denge kurma çabasının bir yansımasıdır. Bu süreçte Türkiye hem tarihsel bağları hem de artan bölgesel etkisiyle AB politikalarının sahada daha görünür ve sürdürülebilir olmasına katkı sunabilecek önemli bir ortaktır. Ancak Türkiye’nin duygusal rüyalardan uyanması, AB’nin ise Türkiye’ye yönelik önyargılı tutumunu azaltması gerekmektedir. Türkiye ve AB’nin, Türkistan’da tamamlayıcı kapasitelere dayalı iş birlikleri geliştirmesi, sadece bölge ülkeleri için değil, Transatlantik dünya düzeninin geleceği açısından da stratejik bir fırsat sunmaktadır.

 

 

 

 

Click to comment

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

You May Also Like

Köşe Yazıları

Basra Körfezinin girişinde yer alan Abu Musa, Küçük ve Büyük Tund adaları 1971 yılında İran tarafından adaların ilhak edilmesinden itibaren günümüze kadar geçen sürede...

Köşe Yazıları

En sonda söylemek gerekeni en başta söyleyelim; Türkiye bu projeyi tamamlayacak, öngörülebilir gelecekte de tamamlamaktan başka bir seçeneğe sahip değil. Bu mecburiyetin gerekçeleri ayrı...

Köşe Yazıları

Yunanistan, önümüzdeki 6 yıl içerisinde sahip olacağı kabiliyetler sayesinde, olası bir çatışmanın 8. saatinde; Tüpraş ve Aliağa rafinerileri; Gölcük ve Aksaz donanma üsleri, Arifiye...

Köşe Yazıları

7 Ekim 2023 tarihinde başlayan Gazze İsrail savaşıyla beraber dünya gündemi bu savaşın yıkıcılığına odaklandı. Savaşla birlikte Hamas’ın en büyük destekçilerinden biri olan İran’ın,...