Connect with us

Hi, what are you looking for?

Köşe Yazıları

Burak Yıldırım yazdı: “TFX MMU Kaan Projesi Dünyayla Rekabet Edebilir mi?”

En sonda söylemek gerekeni en başta söyleyelim; Türkiye bu projeyi tamamlayacak, öngörülebilir gelecekte de tamamlamaktan başka bir seçeneğe sahip değil. Bu mecburiyetin gerekçeleri ayrı bir makalenin konusu olacaktır. Türkiye’nin bir süredir içerisinde bulunduğu ekonomik kriz ve yanı sıra diplomatik konjonktürün Türkiye’ye olan negatif etkileri Türkiye’yi geri dönülmesi zor bir hale sokmuştur. Elbette Türkiye’nin askeri ihtiyaçlarını kendi imkanlarıyla karşılaması olumlu bir gelişme olacaktır. Ancak Türkiye, bu süreçte yaşayabileceği zafiyetleri telafi etmek için potansiyelinden ödün vermek zorunda da kalabilir; bu makalenin “endişeyle” gözlemlediği projeksiyonun temelinde de bu vardır.

TUSAŞ KAAN yani proje adıyla Mili Muharip Uçak, 2010 yılının aralık ayında Savunma Sanayii İcra Komitesinin toplantısı sonrasında halka duyurulmuştu. TUSAŞ tarafından geliştirilen ve 2020’li yılların sonuna doğru seri üretim aşamasına gelmesi planlanan çift motorlu, düşük görünürlük, sensör füzyonu, hava-hava ve havadan-yere hakimiyetlerde üstün özellikleri bulunan 5. Nesil bir jet muharip uçak projesidir.

MMU’nun tasarım amacı Türkiye’nin de o dönem ortağı olduğu F-35 projesinin hava-hava muharebelerindeki açıklarını telafi etmekti. Fakat Türkiye’nin Rusya’dan S-400 Hava Savunma Sistemi almasının ardından başlayan yaptırım süreci ile birlikte üretici konumunda bulunduğu F-35 programından tamamen çıkarılmasıyla sonuçlanmış ve MMU projesi Türkiye’nin elinde bulunan tek 5. Nesil savaş uçağı projesi olarak kalmıştır.

Milli Muharip Uçağın o dönemlerde envantere alınması düşünülen F-35 uçakları ile ortak operasyon icra edebilmesi ve geleceğin harp sahasına uygun olması için 5. nesil düşük görünürlüklü ve gelişmiş avyoniklere sahip olması planlanmıştır. MMU’nun asli rolü aslında F-35 uçaklarını desteklemek ve F-16 tipi savaş uçaklarının gelecekte envanterden ayrılmasıyla oluşacak olan açığı daha ucuz ve yerli olarak kapatmaktır. Bununla birlikte mevcut envanter ile sahip olunmayan yeteneklerin kazanması da amaçlanmıştır.

Bu yeteneklerin en başında da F-35, MMU ve bu platformlarla birlikte manevra yapacak olan S/İHA’ların elde edilmesiyle yeni bir operasyon konsepti elde etmek vardır. Bu konsepte adapte olmuş hava kuvvetleri 6. nesil platformlar için de uygun altyapıya sahip olacaktır.

Ancak 2019 yılında F-35 projesinden çıkarılmamız ve F-4 tipi savaş uçaklarımızın oldukça yıpranmış olması (geçtiğimiz günlerde bir F-4’ün ek yakıt tankı kamuoyuyla paylaşılmayan bir sebeple sivil yerleşim alanlarının üstüne düşmüştür, neyse ki herhangi bir yaralanma ve can kaybı meydana gelmemiştir) MMU projesinin önemini arttırmıştır. Milli Muharip Uçak’ın artık daha yüksek teknolojiye haiz olması beklenirken uçağın Türk Hava Kuvvetleri’ne teslim edilmesinin aciliyeti de artmıştır.

Bu gelişmelerle birlikte normalde F-35’lerin üstleneceği derin taarruz kabiliyeti, düşman sınırının radarlara fark edilmeden geçilerek stratejik ve taktik öneme sahip hedeflerin imhası görevi de MMU’nun sırtına binmiştir. Ayrıca MMU artık sadece F-16’ların bıraktığı boşluğu değil, TSK tarafından genelde sınır içi ve sınır ötesi terör hedeflerinin bombardımanını üstlenen, F-16 savaş uçaklarına kıyasla daha fazla muharebe yükü ve doğal olarak hava-yer mühimmatı taşıyabilen F-4 uçaklarının da yerini doldurmak zorundadır. Bu nedenle diyebiliriz ki 2015 yılında yapılan değerlendirmelerde daha maliyetli olsa da çift motorlu FX-1 TFX konfigürasyonun seçilmesi Türkiye ve Türk savunma sanayisi için büyük bir şans olmuştur. Zira FX-5 ve FX-6 tek motorlu ve genel olarak çift motorlu uçaklar tek motorlu muadillerine kıyasla daha güvenli, daha ağır yükle kalkış yapabilir ve harekât yarıçapları daha geniştir. 2020 yılında Libya’ya F-16 uçaklarımızın tanker uçak desteği ile yaptığı tatbikat ve operasyonları hatırlayanlar, harekât yarıçapının ne kadar büyük önem arz ettiğinin bilincindedir.

MMU’nun açıklanan kabiliyetlere sahip olabilmesi için yapısal parçaların üretimlerinin gerçekleşmesinde imalat teknolojisiyle alakalı engeller bulunmaktadır. MMU’nun yapısal bileşenlerinin üretimi için ihtiyaç duyulan imalat yeteneklerine Türkiye ne yazık ki sahip değildir ve alternatif yöntemlere uygun bir üretim tekniği kullanılacağı ilan edilmiştir. İhtiyaç duyulan imalat yeteneklere sahip olan ülkelerin hem siyasi gerekçelerle hem de kendi siparişleri nedeniyle üretim hatlarının dolu olması itibariyle Türkiye’ye destek ver(e)meyecek olması şüphesiz ki bu zorunluluğun yegane sebebidir.

Diğer bir sorun da motorlarla ve güç üniteleriyle ilgilidir ve yapısal parçalarla benzer bir sorun söz konusudur. Temel Kotil 2020’de yaptığı konuşmada MMU’nun motorları için gerekli titanyum pres teknololisinin Türkiye’de bulunmadığını ve bu nedenle inovatif yöntemler kullanılarak üç boyutlu yazıcıyla vakum altında üretileceğini açıklamıştı. Bu üç boyutlu üretim teknolojisi günümüz itibariyle yalnızca Çin, Almanya, ABD ve Türkiye’de bulunmaktadır. Hatta TUSAŞ’ın bu imalat teknolojisini destekleyecek 10’dan fazla projesi alt yüklenicilerle birlikte yürütülmektedir. Uzun süredir izlerini görmediğimiz bu proje yönetimi, askeri teknolojiler için üretilen AR-GE çıktılarının sivil endüstriyi desteklemeyi hedeflemesi itibariyle oldukça olumludur.

Yine yerli motorun bazı parçalarının üretimi için gerekli malzemelerin temini ya da üretiminin Türkiye açısından teknik, ekonomik ve siyasi gerekçelerle mümkün olmaması yerli motorun tasarlanandan daha ağır olacağı tahmin edilmektedir. Bu durumun harekât yarıçapını ve MMU’nun uçuş kabiliyetlerini de olumsuz yönde etkileyebilir.

Oluşan aciliyet ve ihtiyaç sebebiyle Milli Muharip Uçağın üretimini hızlandırmak adına blok tipi üretim olmasına karar verilmiştir. Bu sayede TFX’in Faz 1 ve Faz 2 gibi daha az gelişmiş tam olarak 5. nesil sayılmayan bloklarının 2030’a kadar Türk Silahlı Kuvvetlerine teslim edilmesi beklenmektedir. 2030 yılından sonra ise tam olarak 5.nesil denebilecek ve yerli motora sahip Faz-3 modeli üretilmeye başlanacak olup Türk Silahlı Kuvvetlerine teslim edilmesi planlanmaktadır. İlk fazlardaki platformların mukavim yetenekleri de sonraki fazlara göre sınırlı olacaktır. Buradaki risk, ilk fazların Rus platformlarına benzer bir şekilde kısa ömürlü olma ihtimalleriyle ilgilidir. Ortaya çıkacak bu tür sonuçlar projenin geleceğiyle ilgili olumsuz bir algıya sebep olabilir. Bu nedenle safhaların bu yönlerinin şeffaflıkla sürdürülmesi gibi kamuoyu kampanyaları yürütmek sonradan gelişebilecek politik itirazları zayıflatabilir.

Prototip ve ilk seri üretimi gerçekleşecek uçakların Amerikan menşeli olan General Electronics üretimi GE F110 tipi motorlar olması planlanmaktadır. Bu motor şu anda Türk F-16 filosuna güç vermekte olup aynı zamanda MMU’nun ana yüklenicisi olan TUSAŞ ve TEİ’nin çok iyi tanıdığı motorlardır. Gelecekteki fazlara ise yerli üretim motorun güç vermesi düşünülmektedir. Bu motor için birkaç opsiyon bulunmaktadır. Bu opsiyonlardan birincisi Kale Grup ve Rolls Royce ortaklığıdır. Bu motor, EJ200, yani şu anda Eurofighter uçaklarına güç veren motorlar baz alınarak geliştirilirken, ikinci opsiyon TEİ’nin kendi üretimi olacak ve TEI-TF10000 motoru baz alınarak TRMotor ortaklığı ile geliştirilecek.

Milli Muharip Uçağın üretim süreci daha önce de bahsettiğimiz gibi oldukça hızlanmış durumdadır. Önceleri uçağın ilk taksisinin, yer testlerinin ve ilk uçuşunun 2020’lerin ikinci yarısında gerçekleşeceği konuşulurken program TUSAŞ ve diğer yerli yüklenicilerin özverili çalışmaları ile erkene çekilmiş ve MMU ilk taksisini 2023 yılının Mart ayında yapmıştır. Şu anda yer testleri devam eden MMU’nun ilk uçuşunu 23 Aralık 2023 tarihinde yapacağı Türk Havacılık Uzay Sanayii Genel Müdürü Temel Kotil tarafından açıklanmıştır.

Yukarıda bahsettiğimiz risklerle ilgili olarak; üretimdeki teknoloji eksikliğinin aşılması için katmanlı imalat teknolojilerine yönelmek gerektiği aşikardır, halihazırdaki üretim teknikleri gelecekteki endüstriyel tasarımları ve isterleri karşılayamayacaktır. Fakat Türkiye gibi sınırlı kaynak ve imkanlara sahip bir üreticinin bunun gibi bir imalat teknolojisini uyarlaması uzun sürecektir, Türkiye’nin bu yeteneklere sahip olabilmesi için projelerle birlikte zaman da üretmesi gerekmektedir. Konunun teknik boyutlarının bittiği ve siyasi yönünün başladığı yer de burasıdır.

KAAN projesine devam ederken, yerli F-16 modernizasyon projemiz ÖZGÜR ve ABD’ye yaptığımız F-16 Blok 70 modernizasyon ve hazır alım talebimiz de oldukça önemlidir. Bu bilgiler ışığında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hızlı bir şekilde elindeki envanteri yenileme yoluna girdiği ve harekât kabiliyetleriyle ilgili bir kaybın söz konusu olmaması için planlama yapıldığını söyleyebiliriz. Yine de Viper modernizasyonu ve yeni alımlar için ekonomik ve siyasi engellerin kalktığına dair bir veriden bahsetmek henüz mümkün değildir.

Günümüz teknolojilerinin her alandaki gelişme hızı ABD ve Çin dahil olmak üzere tek bir ülkenin altından kalkamayacağı yükler doğurmaktadır. Rekabetin asli unsurunun nitelikli insan kaynağına dayalı hale gelmesi oldukça düşük nüfuslu ve küçük ülkelerin bile belirli alanlarda dominant olmasına imkân vermektedir. Bununla birlikte herhangi bir ticari geri dönüşü olmayan askeri harcamalar, “beslenen hazır ordular” ve teçhizatlar oldukça büyük bir ekonomik yük haline gelmektedir. Hemen hemen her platformun bir sonraki neslinin tasarım ve projelendirme aşaması daha mevcut platform seri üretime girmeden başlamaktadır. Ana konudan ayrılmadan, bu silahlanma hızının oldukça endişe verici olduğunu da ayrıca belirtmek gerekmektedir.

KAAN projesi Türkiye’nin sahip olduğu ekonomik, teknik ve siyasi kapasitesini güçlü bir şekilde sınamaktadır. Türk ekonomisinin içinde bulunduğu derinleşen kriz ise Türkiye’yi daha zor ve meşakkatli bir sınavla karşı karşıya getirmektedir. Diğer yandan yukarıda bahsettiğimiz teknik problemleri çözmek de yoğun nitelikli insan kaynağı göçü veren ülkemiz için günden güne zorlaşmaktadır.

Diğer yandan bölgemizdeki ülkeler de bahsettiğimiz silahlanma yarışından azade değillerdir ve Türkiye’den daha hızlı silahlanmayı başardıklarını da itiraf etmemiz gerekmektedir. Clausewitz’in tanımıyla “savaşın da diplomatik süreçlerin parçası olduğunu” kabul ederek gelecekteki makro süreçlere hazırlanmamız gerekmektedir. İsrail’in her gün yeni yetenekler kazandığı, Mısır ve Yunanistan’ın kolayca geçtiği “market siparişleri” nedeniyle bölgemizdeki muhataplığımızın askeri açıdan caydırıcılığı eksilmektedir. Bu gerçekle doğru yaptığımız işleri inkar etmeden yüzleşmezsek en doğal haklarımızı bile müzakere etmek zorunda kalabiliriz.

Türkiye içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik krizler nedeniyle zamana ihtiyaç duymaktadır. Bizde olmayan ancak muhataplarımızda bolca bulunan bu faktörü ülkemiz için negatif bir gündemden hızlıca çıkarmak zorundayız. Bu anlamda soğukkanlı ve duygusallıktan uzak bir somut kazanım takvimi işletmek birincil hedefimiz olmalıdır. Diplomaside münazara ve çatışmayı değil müzakereyi öncelemek bize en çok ihtiyaç duyduğumuz zamanı kazandırabilir. İhtiyaç duyduklarımızın ve ihtiyaç duymadıklarımızın envanteri belirgindir, iç politik rant hedeflerinden uzaklaşarak işe başlamak elzemdir.

Tarih önünde Mustafa Kemal’i başarılı, Enver’i başarısız yapan sebep de tam olarak bu perspektifle ilgilidir. Tarih ibretlik derslerle doludur, almasını bilirsek kaos ve kriz çağını hasarsız atlatabiliriz.

 

Burak Yıldırım, Vefa Lisesi ve Galatasaray Üniversitesi mezunu.

Güvenlik politikaları ve dış politika konularında araştırmalar yapıyor. Araştırmacılık alanları; savunma sanayii, güvenlik politikaları ve dış politika. Türkiye-Yunanistan-Ermenistan ilişkileri, savunma sanayii planlaması, profesyonel orduya geçiş başlıklarında ulusal ve uluslararası makaleleri yayınlandı. 2023 Genel Seçimlerinde CHP’den İstanbul milletvekili adayı oldu.

Click to comment

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

You May Also Like

Köşe Yazıları

Basra Körfezinin girişinde yer alan Abu Musa, Küçük ve Büyük Tund adaları 1971 yılında İran tarafından adaların ilhak edilmesinden itibaren günümüze kadar geçen sürede...

Köşe Yazıları

Yunanistan, önümüzdeki 6 yıl içerisinde sahip olacağı kabiliyetler sayesinde, olası bir çatışmanın 8. saatinde; Tüpraş ve Aliağa rafinerileri; Gölcük ve Aksaz donanma üsleri, Arifiye...

Köşe Yazıları

7 Ekim 2023 tarihinde başlayan Gazze İsrail savaşıyla beraber dünya gündemi bu savaşın yıkıcılığına odaklandı. Savaşla birlikte Hamas’ın en büyük destekçilerinden biri olan İran’ın,...

Köşe Yazıları

1949 yılında kuruluşunun hemen ardından İsrail’i resmen tanıyan ilk Müslüman ülkenin Türkiye olması, Tel Aviv ile Ankara arasındaki ilişkileri başından itibaren özel kılan önemli...

Exit mobile version